Hadi bir soralım kendimize: Sevildiğimizi nasıl hissederiz? Ne olduğunda çok sevilesi, değerli hissederiz? Gerçek sevgi diye bir şey var mı? Değerli, sevilesi bir insan olduğunuzu hissetmek bugün bir ötekiyle yaşadığınız ilişkide mümkün olmakla birlikte sadece onda ibaret değildir bu hikâye. Evet, bir hikâye diyorum çünkü bu bugünle ilgili değil, bir süreçtir aslında. Sevilesi, değerli bir insan olma hikayemiz.
Daha dünyaya geldiğimiz ilk anda başlayan sevilme hikayemiz. Bu nedenle de spesifik bir hal alır sevgi. Yazdığınız mesaja anında dönüş yapılmadığında bu size değersiz hissettirebilirken, bir başkası bu kadar yoğun temastan boğulduğunu da hissedebilir. Bazen çiftlerin, bu nedenle de tartışabildiklerini görmek mümkün bu sebeple. Birinin diğerini sevme şekli, sevgiyi tanımlama şekli diğerinden farklı olabiliyor ve bu durum da çatışma yaratabiliyor.
Bugün partnerinizi nasıl sevdiğinizin izlerini geçmişte nasıl sevildiğinizde görmek mümkün. Bebeklik, ilk çocukluk dönemi ve sonrasında bakım verenlerin, temas halinde olduğunuz herkesin size hissettirdikleri hatta anne babanızın kendi arasındaki ilişki de bugün sizin bir ilişkiyi yaşama şeklinizde etkili olabilir. Aslında bağlanma teorisi bu olguyu açıklar bize.
Neler Okuyacaksınız?
Bağlanma Teorisi ve Gerçek Sevgi
Bağlanma teorisi veya bağlanma kuramı, psikolojide bireyin, başka bir kişiden yakınlık bekleme eğilimi ve bu kişi yanında olduğunda bireyin kendisini güvende hissetmesidir. Bağlanma, genelde çocuk ile yetişkin bir birey -çoğu zaman anne- arasındaki olumlu bağı ifade etmek için kullanılan bir terimdir. John Bolwlby, yıllar süren araştırmaları ve gözlemleriyle öne sürdüğü bağlanma kuramında bir çok bağlanma türünden bahsetse de bu yazıda benim için anne ile çocuğun arasındaki ilişkinin niteliğinin, yetişkinlik dönemindeki ilişkilerde önemli bir referans oluşturduğunu ifade etmesi nedeniyle oldukça önemli geliyor.
Bağlanma teorisi veya bağlanma kuramı, psikolojide bireyin, başka bir kişiden yakınlık bekleme eğilimi ve bu kişi yanında olduğunda bireyin kendisini güvende hissetmesidir.
Ayna Nöronlar
Gerçek sevgi var mı tartışmasına bir katkısı olabileceğine inandığım, ayna nöronlardan bahsetmek istiyorum. Çok yakın bir zamanda beyin araştırmacıları ve nöropsikolojinin bu muhteşem keşfi bize empati duygusunun da ayna nöronlarla ilişkili olduğunu göstermiştir. Wikipedia’dan özet olarak aldığım tanıma göre Ayna nöron, bir canlının herhangi bir hareketi kendisi yaptığında ve aynı hareketi yapan birini gözlemlediği durumların her ikisinde de ateşlenen nöronlar için kullanılan terimdir.
Yani aslında birisi sizi seviyorsa, size değer veriyorsa sağ beyinden, sağ beyine bu duygu aktarılır. Bu aynı zamanda bir başkasının size değer verdiğini, sevdiğini dile getirmesine rağmen aslında böyle hissetmiyorsa, bu sahtelik de sağ beyinden sağ beyine size geçecektir. Gerçek sevgi diye bir şey var mı tartışmasına daha fazla girmek istemiyorum ancak gerçekten seviliyorsanız ilişkinizde bunu küçücük detaylarda dahi hissedersiniz. Bu bir bakış, bir hareket, bir dokunuşla dahi hissedilebilir.
Bu kadar sevmek ve sevilmekten, bahsetmişken, bir başkasını sevebilmenin kendini sevebilmekle oldukça ilişkili olduğuna inandığımı belirtmek isterim. Erich Fromm, kendini sevmenin, narsistik bir özellik olmadığını, diğerlerini sevmenin bir parçası olduğunu söyler sevme sanatı kitabında. Nesne ilişkileri kuramının da penceresinden bakarsak aslında doğayı, bir hayvanı ya da bir başka insanı sevmenin, öncelikle kendini sevebilmekle mümkün olduğunu, kişinin kendini sevebilme kapasitesinin gelişmesinin ise bakım verenle kurduğu yerinde ve yeterince sevgi ve şefkate dayalı ilişkiyle geliştiğini söyleyebiliriz.
Bu kadar özel bir duygunun şiirden bağımsız düşünülmesi çok mümkün gelmiyor bana. Tam da sevme sevilme halinin seven ve sevilen taraflar açısından, çifte özel bir kimliği olduğunu, sevgi, şefkat ihtiyacımızın bize özel bir dokusu olduğunu güzel anlattığını düşündüğüm çokça şiir var. Yazılan bütün şiirlerde, şairin hislerini kendine has üslubuyla aktardığına tanık oluruz. Çok beğendiğim Edgar Allan Poe’nun ölmeden evvel yazdığı son şiir olan ve erkenden kaybettiği karısı Virginia Clem’e olan hislerini ifade ettiği masalsı şiiri “Annabel Lee” geldi aklıma:
Annabel Lee
Seneler, seneler evveldi;
Bir deniz ülkesinde
Yaşayan bir kız vardı, bileceksiniz
İsmi Annabel Lee;
Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten
Sevmekden başka beni.
O çocuk ben çocuk, memleketimiz
O deniz ülkesiydi,
Sevdalı değil karasevdalıydık
Ben ve Annabel Lee;
Göklerde uçan melekler bile
Kıskanırdı bizi.
Bir gün işte bu yüzden göze geldi,
O deniz ülkesinde,
Üşüdü rüzgarından bir bulutun
Güzelim Annabel Lee;
Götürdüler el üstünde
Koyup gittiler beni,
Mezarı ordadır şimdi,
O deniz ülkesinde.
Biz daha bahtiyardık meleklerden
Onlar kıskandı bizi,-
Evet!- bu yüzden (şahidimdir herkes
Ve o deniz ülkesi)
Bir gece bulutun rüzgarından
Üşüdü gitti Annabel Lee.
Sevdadan yana, kim olursa olsun,
Yaşça başca ileri
Geçemezlerdi bizi;
Ne yedi kat gökdeki melekler,
Ne deniz dibi cinleri,
Hiçbiri ayıramaz beni senden
Güzelim Annabel Lee.
Ay gelip ışır hayalin erişir
Güzelim Annabel Lee;
Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar
Güzelim Annabel Lee;
Orda gecelerim, uzanır beklerim
Sevgilim, sevgilim, hayatım, gelinim
O azgın sahildeki,
Yattığın yerde seni.
Edgar Allan Poe, Çev. Melih Cevdet Anday
Annebel Lee şiirinin acıklı hikayesi okumak için burayı takip ederek sayfaya gidebilirsiniz.
173 yıl evvel yazılan bu şiir, bugün beni ve birçok insanı çok etkiler. Yukarıda bahsettiğim ayna nöronların bunda etkisi olduğu açık.
Bir Cevap Yazın